Babama Veda
Temmuz 2022 | Sayı 14 | Sayfa 07
Günsu Özkarar

Babama Veda

Babam ölünce korktum. Böyle büyük bir felaket olmuş ve daha da olacakmış gibi bir korku. Zehir gibi üç kardeşim var benim. Bir keresinde kedisi ve bir akrabaları daha öldüğünde başsağlığı maili atmıştım birine, “Çatısız kaldık iyice bir dolu kayıp karşısında.” demişti. Neler hissedeceğimi önden anlatan bir aile yani… Önden öğrendim, şimdi yaşıyorum, diye düşündüm çatısızlığı.

Çatısızım. Ama bir dakika baba çatı mıdır? Kimdir baba? Kimdi benim babam? Teyzem babayı anne seçer ve kimliğini anne verir konulu söyleşide yer almıştı. Söyleşinin konusu bu değildi tabi ama bunu konuşmuşlardı. Ben bunun etkisi ile de yaklaşmak istemiyordum babama ve annemin gözünden bakmak…

“Kaçta öldü?” diye sordum. Akşamüstü saatleri… Çalıştığım kafeye feci bir sıcak basmış, iş arkadaşım... devamlı bir şey istiyor. Çalışmaya yeni başlamışım ve yeterli hissetmiyorum. Yetemediğim şey kendi mesleğim değil… kadar hızlı kahve hazırlayamıyor oluşum. Ya da hazırlarsam senelerdir bu sektörde olanlara haksızlık edeceğim gibi hissediyorum. Hızlı öğrenmektense, acemi görünmeyi tercih ediyorum.

Bir defasında, nişan attıktan sonra nişanda takılan takıların yarısını iletmeye hastane ziyaretine gitmiştik babamla. Çünkü takıları tam götüreceğimiz zaman eski nişanlımın babası hastaneye kaldırılmıştı. Oradan çıkışta yemek yerken “Evet.” demişti babam. “Sen mükemmele yakınsın.” Ama bunu ironik bir yerden söylememişti. Yani daha iyilerini istiyorsun ve buna layıksın gibi bir yerden kurulmuş bir cümleydi bu. O sırada nişanlımla ayrılığı çok derinden hissettiğim için mükemmele yakın olmanın ne kadar kötü bir şey olduğunu düşünmüştüm. Belki de bu yüzden kahve hazırlarken hiç mükemmel olmak istemedim ya da müşterilere çikolata verirken… O acıya geri dönmektense, becerememek çok daha konforlu…

O acemilik içinde benden bir anda birden fazla sipariş istenince kekin durduğu kabın cam kapağını düşürüveriyorum yere… İş arkadaşım beni basmadan hızla tuzla buz olmuş cam kırıklarına bakıyorum. Nereye kadar dağıldıklarına… Asla bilemezdim babamın kalbinin tam da o saatlerde durduğunu. Kırılan camlar gibi babamın da kalbi kırılmış mıydı acaba? Annemi arıyorum, ulaşamıyorum. Bu yıllardır hep böyle oldu, annem acil şeylerde hep ulaşılamaz olurdu. Teyzemi arıyorum O da yok. Enişteme ulaşıyorum.

“Kimin babası ölmüş?” “Benim babam işte…” “Nasıl ya? Bizim Çetin mi? Yapma ya!”

Birilerine ulaşmak istiyorum, hala ufak bir şok içinde, Instagram’a babam öldü yazıyorum ve tüm telefon aramaları arasında ayağıma topuklu ayakkabıyı geçirip o akşam evlenen bir çift arkadaşımızın düğününe gidiyorum. Ne de olsa babam düğünleri çok severdi ve büyük ablamın düğününde en arka masada oturtulduğu için bütün akşam içerlemişti. O an geliyor aklıma…ve diğer tüm anlar. Babam benim hem düğün hem de cenaze partnerimdi.

Ertesi gün sabahtan izinliyim. Bir gece önce hiç uyumamışım. Bisiklete atlıyorum, yeni aldığım sütyen de gelmiş, onu giyiyorum nedense. Sanki bayram… Oysaki cenazenin belli olacağı gün. Sütyen normal boyutundan bir beden küçük gelmiş. Ben bisikleti sürmeye başlar başlamaz çıkıyor, memem de dışarıda… Bir ter boşalıyor benden.

Babası ölür ölmez kız çıplak kaldı diyecekler sanki… Babası ölmüş kıza bakın, memeleri fora… Ya da kız babası ölünce memeleri açtı. Memelerim ve bisikletim. Özür dilerim baba… Ama rüzgar çok güzel ve işe şık gitmem gerek. Para kazanmam ve kendime bakmam gerek. Hep iyi görünmem gerek. Çünkü tam da bana erkek dostlarım “Baba sorunlu olduğunu sakın gösterme erkeklere, direkt kaçarlar.” dedikleri sırada öldün baba… O cam kabı düşürdüğüm anda ve bana bunlar denildikten sonra… Zavallı kalbin… Bana mı kızdın ve görünmek mi istedin acaba? Bakın bu kızın bir babası da var mı diyesin geldi? Olabilir çünkü küçükken ne zaman seninle yürüsem ve bizi bir tanıdık görse utanırdım. Kimden kalan bir utançtı bu bilmiyorum. Ama çok utanırdım. Seni tanıştırmak benim için çok zordu. Oysa şimdi görüyorum ki, iyi ki o bana utanç hissettiren karşılaşmalar olmuş ve iyi ki insanlar seni tanımış. Şimdi tek tek arıyorlar, baban ve seninle şurada oturmuştuk, burada oturmuştuk, şunlar konuşulmuştu, bunlar konuşulmuştu, diyorlar. O kadar önemli ki o şunlar, bunlar, şuradalar, buradalar…

Ankara zaten bir tarafıyla sen demek. Az yürümedik Kızılay’da, çiçekçilerin yanından, minibüslerin arasından, Güvenpark’tan, sen sevdiğin için değişik pastanelerde değişik tatlılar, bazen geçmişin sorgulaması, bazen senin solculuk anıların, bazen de hayallerimiz ve dedikodularımız… Ondandır koleksiyonundaki tüm Ankara tablolarını bana ayırmıştın. Alamadım onları… Bir daha da alamayacağıma eminim aslında. Kimse bilmiyor ki onların benim olduğunu. Vermezler tekrar. Tablolarla birlikte Ankara da mı kayar avucumdan yoksa? Buna üzülüyorum ama en çok bana anlattığın o hayallerini gerçekleştirememene üzülüyorum baba. Bir ay kadar önce Fazıl Say’ın babası ölünce ona attığın tweetini yolladın ve bana zamanında Ahmet Say’ın evine gittiğini anlattın. Ben hiç bilmiyordum bunları, yazsana anılarını dedim. Belki birileri yazar dedin, bana gönderme yaptın biliyorum. Ama ben hayallerini senin gerçekleştirmemene alışmışlığımdan hiç de oralı olmadım tabi. E senin kızın olmam için bir konuda sana benzemem gerekmez miydi? Sadece kaş, göz benzemesiyle olmuyordu bu işler… Bir huy, ruhtan bir tutamı içselleştirmek kaçınılmazdı ne de olsa! Bir parçanı illaki alacaktım.

Ama kim bilir yeterince ilgilenmedim belki de seninle. Dinlemedim, duymadım ya da. Belki de çok kızdın baba. İçerlemek kalbi durdurur mu acaba? O kalbi kıranlardan veya sen kendi kendine kırdığında görmeyenlerden olduysam özür dilerim baba. Sen kalbinden olurken, biz senden olduk. Bu az şey değil. Şimdi insanlar arıyor ve başsağlığı diliyorlar. En çok “Yattığı yer incitmesin.” lafını sevdim. İlk kez duydum nedense. Acımız ve kaybımız büyük. Babacığımın kalbi durmuş, yattığı yer incitmesin onu… Biz incittiysek de affola. Âmin.

- Günsu Özkarar