Cemile’nin Dolması
Temmuz 2022 | Sayı 14 | Sayfa 05
Günsu Özkarar

Cemile’nin Dolması

Kadın evine giden yolu uzattıkça uzattı.

“O sokağa girmemeliyim.”

Kendi evinin sokağına giden yolun üstünde eski sevgilisi oturuyordu ve adam artık başkasıyla birlikte olduğu için kadın karşılaşmayı hiç istemiyor, özenle oradan kaçıyordu. Ağlamaktan ama salt ağlamaktan değil, çok ağlamaktan korkuyordu. Sanki Ada’yı sel basarsa gibi bir korku ve bu korkuyu yersiz bulmuyordu.

“Ah, bir damla geliyor işte. Ağlamamalıyım. Ağlamamalıyım.”

Kadın akmak üzere olan gözyaşını tutarken bir anda aklına aslında Ada’ya taşınma sebebi geldi. Bir aşk acısını atlatmak için gelmişti. Bir aşk acısını atlatmak ve çok kızdığı sevgilisini unutmak. Peki ne olmuştu da unutmak ve hatırlamak bu kadar iç içe geçip, aynı geminin yolcusu olmuşlardı?

Bu sokaktan korkmak çok anlamsızdı. O başka bir sokaktan korktuğu için bugün buradaydı. Neydi peki o eski sokağın adı? Hatırlamıyordu. Ya eski sevgilisinin ondan sonra birlikte olduğu kadının ismi?

“Hatırlamıyorum… Bu nasıl olur?”

Ama Cemile’yi hatırlıyordu ve evine giden yolda Cemile’nin sesini duymaktan, onu görmekten çok korkuyordu. Karşılaşmaktan, karşılaşınca bir tik oluşmasından, yanağından gözüne doğru bir ufak seğirtiden, kirpiklerinin ondan bağımsız titremesinden ölesiye korkuyordu.

“Bu korkuyu kim doğurdu?”

Bilinir ki, bu korkuyu ancak bir erkek doğurabilirdi. Hatta doğuramayan erkeğin doğurduğu tek şeydi korku. Kadınları hizaya getiriyor, kendi isteklerine göre şekillendiriyordu. Erkeklerin yumuşak karnıydı o korkular. Kadınlar da buna destek çıkıyor ve zaman içinde o korkuyu sanki kendilerinmiş gibi besleyerek, erkeğin büyümesine zemin hazırlıyorlardı.



La Vague - Gustav Courbet

“Bunu yapsa yapsa bir erkek yapar? Bir önceki aşkımın yetersiz ve gereksiz olduğunu bana ancak o inandırabilir.”

Erkekler de büyüdükçe büyüyor ve şiştikçe şişiyordu. Sonra canları ansızın dolma istiyordu. Böyle parmak gibi sarılmış, dut yaprağından dolmalar… Cemile çok güzel dolma yapar, dolmaları tek tek doldururdu. Çocukluğundan gelen sorumluluk bilinciyle dolmaları sıkı sıkı sarması öğret+ilmişti ona. Hiçbir ilişkide erkekleri sıkı sıkı sarmamasını öğrenmişti. Ya da sarmasını… O kadar sıkı sarıyordu ki, artık sarmaktan yorgun düşüyor, bıkıyor, usanıyordu.

“Dolma yapmayı bilmemem bir hata mı?”

Kadın hayatında hiç dolma yapmamıştı. Ada tepelerinde dut yaprağı da toplamamıştı. Belki yapsa bu ayrılık sancısını da midesi yoluyla bastırırdı. Mide nihayetinde toplayıcıydı. Üzüntüyü, hayal kırıklığını, aşkı, acıyı, korkuyu, gideni geleni… Boşunaydı o mide ilaçları… Mide sadece arada dinlenmeye ihtiyaç duyan bir emektardı. İlaca değil, sıkıntısının ne olduğunu anlatmaya ihtiyaç duyan.

Kadın bir hışımla markete girdi.

“Dolmalık yaprak arıyorum.”

Markettekiler yüzüne anlamsız anlamsız baktılar. Neyin hırsıydı bu kadındaki, yaprak derken ne demeye çalışıyordu, sarmadan mı bahsediyordu?

“Biber değil, yaprak. Tüm eski erkek arkadaşlarımı tek tek sardığımı hayal edeceğim.”

Büyük ve sonsuz gibi görünen bir sessizlik oldu. Gökyüzü gibi, okyanus gibi. Kimse anlam verememişti. Kasadaki genç sarmayı reyondan getirirken, kendisini tutamayıp bir paket kuş üzümü ve pirinç de sıkıştırdı kolunun altına.

“Badem de var. İnanın onunla da çok lezzetli olur. Tabi bunlar zeytinyağlılar için, etli isterseniz, hemen taze kıyma getireceğim.”

Kadın başını olur anlamında salladı, her malzemeyi deneyecek, gerekirse dut ağaçları dikecekti Ada’nın her köşesine, videolar çekecek, dolma tarifleri verecek, kendisini görünür kılmak için tüm şartları zorlayacaktı. Parmağını kasiyere gösterdi.

“Şu parmağım kadar ince sarmak istiyorum.”

Anlamsız bakışlara aldırış etmedi. İstediği tek şey Cemile’nin dolmasından yapmak ve kendisini iyileştirmekti. Sokaklar onun için korku dolu olsun istemiyordu, ferahlamak, rüzgâr her sokakta aynı essin istiyordu… ve ilk sevgilisini anlamak, çözmek, ayrılık acısı ile taşındığı Ada’da şifa bulmak istiyordu.


Eve vardığında ince ve güzel sarabildiğini fark etti dolmaları… Çocukluğunda kimse onu sıkmamıştı, bu sebeple bir şeyleri sıkmak müthiş bir haz vermişti. Cemile ile aynı erkekte buluşmuş olabilirlerdi ama o erkeği paylaşamamalarının altında yatan bile bu temel farktı. Ortak paydada buluşamayacak iki çocukluktu. Kadın bunu kabul etti. Çünkü kabul etmek özgürlüğün ta kendisiydi. Tezgâh üstünde onlarca dolmaya bakarken düşündü.

“Peki şimdi kimlere yedirmeli bu dolmaları?”

Kadın çevresindekileri düşündü ve bir türlü kimlere yakın hissettiğini bulamadı. Yabanilik insanın doğasında vardı ve yavaş yavaş yayılan bir virüs gibiydi belki, ama herkeste her zaman nüksetmiyordu. Demek ki çocukluktandı bunun gelişi…

Kadın çocukken de çokça yabani hissettiğini hatırlıyordu. Tekrar o duyguya dönmesi zor olmuyordu. Tuhaf ama tanıdık, kötülük konfor hissi verebiliyordu. Her ilişki çıkışı, dört duvar arasında kendi kendine kalışında o konfora dönüyor ve birini sevmek ona tonlarca yük taşımak gibi geliyordu, Ağır ve katlanılmaz; sanki omuzları çöküyor, göğsüyle başı arasında koca bir boşluk oluşuyordu. İnsan omzu yokken nasıl sevsin? Yok, sevmeyi bırakınca bir daha sevesi gelmiyordu insanın. En güzeli yabanilik ve o çocukluk yalnızlığının bıraktığı konforlu duygu mirasıydı. İşte tam orada durdu.

- Günsu Özkarar