Kayıptan Sonra Yas
Eylül 2022 | Sayı 16 | Sayfa 05
Günsu Özkarar

Kayıptan Sonra Yas

Babam ölünce aslında ne kadar çok sarsıldığımı, onun ölümünden sonra her şeyin değişmesi ve geri kalan her şeyle birlikte o bütünü tam anlamıyla görmeye başlayınca anladım. Babam bana dünyayı öğreterek ölmüştü ya da o ölünce bana Dünya görünmüştü. Dünya da salt dünya değil, bugüne dek hayatıma giren erkekler, para pul meseleleri, ayrılıklar, sahte küslükler, aslında deli merak etmeler, en sosyal görünen yerin maskesini çektiğinde çığlık çığlığa kalan o özgüvensizlikler, panikler, ataklar, iyi kötü seksler, senkronize olan olamayan aşklar, sonra işte niceleri…

Mesela en heybetli, güçlü, yıkılmaz kale adamların evlerine vardığında küçücük çocuklara dönüştüğünü, iş yerindeki o karizmatik, çelik maskelerinin altında koca bir bebek yattığını daha önce görmüştüm ama babam ölünce anladım. Koca gövdeleriyle ana rahminde yaşamaya devam edercesine kendilerini dört duvar arasına kapatıyor, göbek bağları henüz kesilmemişçesine battaniyeyi yüzlerine kapıyorlardı.

Böylece insanların prizma gibi çok köşeli olabileceğini fark ettim. Neresinden baktığınıza göre tüm hikayesi, karakteri değişiyordu insanların. Geçmişi, acıları, gücü ve zayıflıkları. Hepsi aynı surette görünmeye başlamıştı babamdan sonra bana…

İyi ve güzel şeyler de yansıdı tabi. Sadece zorluklar değil. Mesela kaderin nasıl safsata bir şey olduğunu kavrayınca, kız arkadaşların birbirlerini korumak için olduğunu hatırladım. Yemeyip yediren, giymeyip giydiren anne öğretisi bayrağını kız arkadaşlıklara teslim ediyordu. Kızlar ellerine bir güç bir koz geçtiğinde onu ihtiyacı olan diğer kız arkadaşı için harcamaya ve halkayı sürdürmeye istekli ve hazırdılar. Biri iş buluyorsa, çevresini kendi arkadaşlarına kullanmak için buluyordu. Hemcins dostluklar gerçek zenginliklerdi yani.

Ama sonra…

Babam ölünce nasıl sarsıldığımı tüm güzelliklere rağmen etrafım tamamen karardığında anladım. Acı hissetmiyordum ama acı eşiğimin aslında ne kadar yükseldiğini ve aslında ne kadar acı çektiğimi elli iki yaşında bir adamla olunca anladım, yanımda babam yaşında bir adam yatarken buram buram ter kokarken, biraz horlarken, horultusuyla üstüme çıkarken, ben ıslanmadan penisini içime sokarken, dur acıyor dediğimde, kulağında yeni çıkmaya başlamış kulak kıllarından olsa gerek, duymazken…

“Ne dedin bebeğim?”

Ne kadar çok sarsıldığımı, hiçbir acıyı hissetmemeye başladığımda ve çekiyor olduğumu düşündüğümde de sesimi çıkaramadığımda anladım. Çatısız hissetmenin yüzlerce ciltlik ansiklopedisiydi bu hayal kırıklığı. Babamın beni bırakmasının hayal kırıklığıydı. Sadece beni mi, bu dünyayı toptan, işte bu kaybın ardından artık beni kimsenin korumayacağının da yasını tutmam gerektiğini fark ettim. Uyurken bile yatakta rahat bir yerim olmayacak ve üstüme bir çuval erkek teri, kalın kılları, tüm geçmişi, kambur annesinin kuzusu olarak, ona öfkeli diğer kadınların bedduası ve kötücül erki eşliğinde çullanacak. Altında nefes almaya çalışırken babama sesleneceğim ve sadece sesim yankılanacak. Hiçbir cevap alamayacağım.

“Baba neredesin?”

Sonra bir an bir güç gelecek. Bu güne dek yaşadıklarımı hatırlayacağım. Çocukluktan tanıdığım bir erkek arkadaşımın sırasıyla tüm kız arkadaşlarının benimle kanka oluşunu ve çocuk birini bırakıp diğerine koşarken tüm kızların sırayla, diğer kızı rakip hissederek ağlamalarını düşüneceğim. Ah bu erkekler diyip güleceğim. Güler gülmez de toplumsal algılarıma kızasım gelecek. Ne münasebet babanın bir çatı gibi algılanması. Babam öldüğünde mi sahipsiz kalıyorum ben? Nerede anaerkillik damarım? Neredesiniz hemşirelerim?

“Ya ben senin çocukluk arkadaşın değil miyim? Eski kız arkadaşımla kanka olup neden bana tavır takınıyorsun?”

Çünkü onlar hemşirelerim ve sen birine gittiğinde ben eskisini avutuyorum, ayrılırken de başka tanıdığımıza gidiyorsun.

“Çünkü senin evlendiğini eski kız arkadaşına söyleyemiyorum. Üstelik beni düğüne çağırıyorsunuz? Nasıl gelebilirim kızcağızın acısı varken ona ihanet mi edeceğim? Birini seçmek zorunda kalıyorum senin yüzünden…”

Bunları diyemiyorum tabi.

Aslında ne kadar çok sarsıldığımı, bu tip şeylere gülme süremin azalmasından ve her şeyin bana anlamsız görünmeye başlamasından anlıyorum. Topluma ne kadar karşı çıkarsam çıkayım, çatısızlık gitmiyor ve hata üstüne hata yapıyorum. Kendimi cezalandırmak istercesine lekeleyerek, bile isteye, tüm darp raporlarını hak etmişçesine ve görüyor bu adamlar. O ter kokulu, kokmaktan gurur duyan ve yemeğe limon sıkar gibi kadınların üstüne kendini sıkan adamlar. Gözlerini aç kurtlar gibi açıyor, ehlileşmemeye ant içerek üstüme üstümüze çullanıyorlar.

Ortalık babalar gidince karışıyor. Babaların yerine geçmek isteyen diğer adamlar tarafından hem de. Bu büyük bir sır ama ne kadar sarsıldığımı, bu sırrı ağzımdan kaçırınca anlıyorum. Dilimin kemiği gidince, pot üstüne pot kırınca.

Evet babasızım. Dolabımdan en kısa elbisemi alıp, onun dekoltesinden bir kumaş parçası keserek kendime bıyık yapıyorum. Babam yoksa ben varım.

-Günsu Özkarar
Self-Portrait with Dr. Arrieta - Francisco de Goya