Göçmenlik ve Kaynayan Yazılar
Eylül 2023 | Sayı 21 | Sayfa 03
Mustafa Özaydın

Göçmenlik ve Kaynayan Kazanlar

/assets/img/images - 2023-07-02T125949.486.jpeg

27 Haziran 2023 Salı sabahı, 17 yaşındaki Nahel, Fransa’nın Nanterre kentinde bir polis memuru tarafından kullandığı arabada öldürüldü. Fransa’da polisin, işçi sınıfı mahallelerindeki siyahi gençlerle ve Araplarla olan korkunç ilişkileri, Salı günü yaşanan dramın nedeni. Bu ilişkiler, tezahürleri aşırı sağ güçlerin baskısı bağlamında büyüyen sistematik ırkçılık etrafında inşa ediliyor. Bu ne dünyada ne de Fransa’da ilk; Nahel, aklımıza Berkin’i ve Alexis’i getiriyor. 2005’teki Paris’teki Clichy olaylarında Zyed Benna (17) ile Bouna Traoré'nin (15) ölümü ve 17 yaşındaki Muhittin Altun’un ağır yaralanmasının ardından Fransa’yı saran isyana, yoksulluk ve polisin Afrikalılara karşı ırkçı tutumu neden olmuştu. Olayların başladığı banliyöde yaşayanların yarısı 20 yaşın altında, işsizlik oranlarıysa %40’un üstündeydi, çoğu Afrika kökenli 12-25 yaşlarındaki bu gençlerin çalışanları da çok düşük ücretle çalışıyordu. Salı sabahı öldürülen Nahel de lisede 6 ay okuduktan sonra kuryelik yapmaya başlamıştı. Fransa’da kabaca güncel durumla ilgili bildiklerimiz; seçimleri yine Macron kazandı ama mecliste bir azınlık hükümeti var, zorlaya zorlaya (faşistler oylamaya katılmadığı için)katılanların salt çoğunluğuyla emeklilik yaşını arttıran yasayı geçirmişlerdi 2-3 ay önce, buna karşı protestolar düzenleniyordu. Bunun dışında polisin yarısını faşist polis sendikasına üye olduğunu ve katil memurun Sarı Yelekliler eylemlerine karşı mücadelesinden dolayı devletten madalyalı olduğunu biliyoruz. Emekçilerin çok kötü şartlarda yaşadığını ve ırkçılığa uğradığını biliyoruz. Paris'in banliyöleri, Marsilya, Toulouse gibi yerlerde olaylar büyüyor.

/assets/img/images - 2023-07-02T125820.204.jpeg

Fransa genelinde taşınan ağır sanayinin etkisiyle işsizliğin arttığını ve çalışma koşularının kötüleştiğini, kiraların ve hayat pahalılığının arttığını biliyoruz. Burjuvazinin dişini kurdalarken küçük burjuvazinin önünden kemiğini çekerek ırkçılığa, göçmen ve işçi düşmanlığına paye verdiğini biliyoruz, bu her yerde oluyor. 2005’in aksine muhtemelen mevcut durumun da etkisiyle Macron, "Hiçbir şey bir gencin ölümünü haklı çıkarmaz" Diyerek olayları yatıştırma çabasında.

/assets/img/images - 2023-07-02T125937.759.jpeg

/assets/img/images - 2023-07-02T125916.032.jpeg

Olaylar daha çok su kaldırır. Öte yandan ırkçı şiddetten Alain Badiou’nun göçmen proleterya ile yerli proleteryanın öğrenciler ve aydınlarla birleşerek devrimci itici bir güç olması gerektiği savına bir kez daha varıyoruz. Küreselleşme öncesi dönemde sanayi Avrupa’dayken o veya bu şekilde patronlar işçilerinin isyanını önlemek ve bastırmak için şiddet, taviz ve iyileştirme yollarıyla milliyetçiliği kullandılar. Sanayinin emeğin üç değil bir kuruş olduğu coğrafyalara taşınmasıyla işsizlik arttı, eskiden buraya itilen Afrikalılar artık iş bulmakta zorlanıyordu. Uzaklaştırılan meselenin ateşini mültecilerin harlamasından endişe eden hükümetlerin emperyalist savaşlardan,baskıdan, şeriattan kaçarak bir kuruşa çalışılan ülkelerden gelecek emekçileri önlemek için sınırları tutması için Türkiye’ye para ödediğini hatta bunun az bulunduğunu biliyoruz. Emek piyasasında fiyatların kırıldığı Türkiye piyasasında daha ucuz ve örgütsüz, birbirini kıran emekten memmun olduklarını bunun devamı için de milliyetçiliğin, ırkçılığın kullanılarak göçmenlerin, işçilere sorunlarının sebebi olarak pazarladıklarını biliyoruz. Alain Badiou’nun röportajından bir kesit aktarmak mantıklı geldi.

Sağda olsun solda olsun, her yerde büyük bir kuvvetle yeniden baş gösteren egemenlikçilik (souverainisme) piyasa medyası tarafından burjuva ulusalcılığı ve yabancı düşmanlığıyla özdeşleştiriliyor. Halkın hizmetinde bir egemenlik inşa etmenin mümkün olduğunu düşünüyor musunuz? Ulusal egemenlik enternasyonalizm ile uyuşmaz mı? Örneğin Küba hem dünyanın en dayanışma, bağlılık içinde olan hem de siyasi olarak en bağımsız ülkesi değil mi?

Son derece ilginç ve bugünlerde büyük bir tartışmanın konusu olan bir soru sordunuz. Hem aşırı sağda hem aşırı solda, her yerde ulusal egemenliğe dönüş tartışılıyor. Ne demek bu? Fransa’nın artık Amerika’nın askeri ve nükleer korumasına ve Almanya’nın ekonomik dayanıklılığına bağımlı olmaması söz konusu. Parola açık: NATO’dan çıkmak ve hem Avrupa Birliği’nden hem de avrodan çıkmak. Kendi hesabıma, bu bakış açısından, komünist hipotezin yollarının hangileri olacağı sorusuna dair kesin bir pozisyona sahip değilim. Kuşkusuz biliyoruz ki bu hipotez yeniden vücuda geldiğinde, yeniden yaygınlık kazanmış bir siyaset haline geldiğinde, bunu bir yerlerde yapacak. Yeni bir siyaset, önceden tesis edilmiş bir dünya gücü gibi birdenbire kurulmaz. Elbette komünist siyasetin yeni yönelimlerinin yeri meselesini dışarıda bırakamayız. Nerede olacak bu? Meseleyi açık bırakalım.

Bununla birlikte tereddütsüz öne sürdüğüm bir şey var ki, komünist hipotezden tamamen ayrı, hatta ona düşman olacak her türlü ulusal egemenliğe geri çekilme hareketi sadece gerici, hatta faşizan ulusalcıların işine yarayacaktır. O halde kilit nokta şöyle İfade edilebilir: Evet, tamam, bağımsızlık politikalarının yeniden hamle etmesi gibi bir deneyim için, muhtemelen ulusal da olsa, geçici bir yer belirleme imkânı var. Ama şu kesin koşulla, bu açıkça komünist hipotez içinde yer alacak ve dolayısıyla geleceğinin ancak küresel olarak güvencede olacağını hesaba katacak. Küba örneğini verdiniz. Ama tam da Küba komünist hipotezi zaten kendi meşrebince benimsemiştir ve bunu sonuna kadar üstlenmiştir. Hatta bunu hakikaten sonuna kadar benimsemiş, dünyanın son devletidir. Öyleyse öyle küçük bir devletle karşı karşıyayız ki kurdun ağzında, canavarın ağzında ama yine de bağımsızlığında sonuna kadar diretmiş, hâlâ da diretiyor ve bunu da komünist hipoteze dayanarak yapıyor.

“Göçmen krizi”ne gelince, milyonlarca göçmeni Avrupa’ya getirip, yaşam koşulları zengin ülkelerde bile gitgide daha güvencesiz hale gelen -sizin deyiminizle- “göçebe proletarya”yı pekiştirmek yerine onlara kendi ülkelerinde düzgün biçimde yaşamaları için mutlaka yardım etmek gerektiğini savunmak dayanışmayı ıskalamak mı olur?

(Yazar Yorumu:İşin aslı köyden kente göç nedenli çarpık kentleşmeden yakınarak köylülerin köyüne dönmesini istemekten farksız bu, köylülerin şehir proleteryası olmaya zorlandığı bu sürecin bir ilerleme olduğunu Konut Sorunu’nda Engels dile getiriyordu.Bu insanlar onları bağlayan geri araçları yitiriyor; avuç içi kadar topraktan, dokuma tezgahlarından; durumları az buçuk iyi olduğu için sisteme rıza göstermelerine yarayan araçlarını kaybederken özgürleşiyordu. Engels, Proudhon’un bunu tersine çevirmeye dair “Eski güzel günler, bahçelerimiz ve dokuma tezgahlarımız” arzusunun gericiliğini haklı olarak eleştiriyordu.)

Şu açık ki, stratejik olarak, uzun dönemde büyük soru, göçmenlerin ana yurtlarının özgürleştirici dönüşümünün imkânı sorusu. Benim göçebe proletarya diye adlandırdığım göçlerin arka planında, hayatta kalabilmek için bir yer peşinde dünyanın her köşesinde başıboş dolaşan bu milyonlarca insanın ardında, bütün bir kıtanın, Afrika’nın, en vahşi kapitalist yırtıcılığın pençesine düşmesi olgusunu buluyoruz elbette. Son tahlilde, şu kesin ki bu göçlerin sorduğu asıl soru bağımsızlaşma, özgürleşme süreci ve dolayısıyla söz konusu ülkelerde komünist hipotezin yeniden doğuşu sorusu.

Bu bakış açısından, Güney Afrika’nın, Afrika’nın durumunun devrimcileştirilmesinde öncü, yol gösterici bir rol oynamasını umuyordum ama durum böyle olmadı. Gerçekte, Güney Afrika’da beyaz sömürgecilerle iktidarı paylaşan ve kitleleri içinde yaşadıkları yoksulluğa ve mecburi teslimiyete terk eden siyah bir burjuvazinin zuhur ettiğini gördük. Böyleyken, sorunun başka bir veçhesi daha var, kapitalizm her zaman göçebe bir proletaryadan beslenmiştir. 1950, 60 ve 70’lerde öyle bir dönem gördüm ki Fas ve Cezayir’den uçak uçak işçi getirtiliyordu. Bugün Fransa’da muhtemelen en az 6-7 milyon işçi, onların oğulları, kızları var ve bunların bazıları bugün ulusal sanayinin kaldırılmasıyla işsiz kaldılar, şunu da söylemek lazım bunlar proletaryadır ve ulusal kökleri itibarıyla şu ya da bu Afrika ülkesinden, Doğu Asya’dan ya da Asya’dan gelmişlerdir…. Bu insanlar, bu aileler proletaryadır ve buradalar.

O yüzden sorduğunuz sorunun iki veçhesi olduğunu düşünüyorum. İlk olarak tahakküm altındaki ülkelerde siyasi bağımsızlık ve özgürlük sürecine bağlanmak anlamına gelen her şeye destek vermeli, yardım etmeli, dayanak olmalı. Bu, altmışlı yıllardaki ulusal özgürlük hareketleri çoğunlukla yutturmaca olduğundan daha da zorunlu. Eski-sömürge olan çok sayıda ülkede, “ulusal” hükümetler var ama bunlar aslında şu ya da bu emperyalizmin ajanı ya da emperyalistler arası rekabetlerden yolsuzluk yaparak istifade ediyorlar. Tüm bunlara karşı, bizim destekleyeceğimiz ilerici hareketlerin yükselmesi lazım. Öte yandan, bazen uzun zamandır burada yaşayan, bazen üçüncü nesilden olan ve dünya ölçeğinde köylerden şehirlere ve köylülükten proletaryaya doğru ilerleyen klasik göçü izlemekten başka bir şey yapmamış nüfusa karşı ayrımcı, ırkçı ve başka zulüm ve işkenceleri engellemek için uyanık olmak zorundayız. Bu soruyla ilgili iki veçhe var: bir enternasyonalist veçhe ve bir yerel ya da ulusal veçhe ve bu iki unsuru da hesaba katmak gerek.

Yine göçmen meselesine ilişkin olarak, sol ve ilerici cenahlar için bugün Avrupa’da temel önemde bir bahis söz konusu. Size göre, Avrupa’da yerleşmiş “göçebe proletarya” mücadelesini, sol hareketlerin toplumsal mücadelesiyle eklemlemek ne ölçüde önemli? Sizce bu konuda bahisler ve köstekler neler?

Bazı bakımlardan bu sorunun aslında göründüğü kadar yeni olmadığını görmek gerek. Söz gelimi 19'uncu yüzyılda Fransa’da proletaryanın tarihine bakalım. Bu proletarya uzun zaman, Auvergne’den, Bretagne’dan ya da Pireneler'in en uzak köşelerinden gelen ama büyük şehirlerin sakinleri tarafından göçmen olarak görülen, “ulusal göçmenler” diye adlandırabileceğimiz insanlardan oluştu. Bunun en güzel delili, bunların işçi cüzdanı taşımasıydı (2). O dönemden beri, kağıt ve kağıtsız işçiler sorunu var olmuştur. Eğer bu cüzdana sahip değilseniz, polis sizi köyünüze geri yollayabilirdi. Unutulmamalı ki bu durum Haziran 1848’deki büyük ayaklanmanın doğrudan motivasyonuydu. Bu insanların çalıştığı fabrikaların, ulusal işliklerin kapatılması neticesinden hepsi sürülecekti. Onlar da isyan etti ve ordunun bastırmasıyla Paris sokaklarında en büyük işçi katliamlardan birine şahit olduk.

Siyasi sorular çoğu kez sanıldığı kadar yeni değildir. Göçmen sorusu sadece, işçi emek gücünün kaynağına dair genel meselenin dünya ölçeğinde genişlemesidir. İnsanlar artık yalnızca Auvergne’den ya da Bretagne’dan gelmiyor, Afrika’dan, Orta Doğu’dan, Asya’dan ya da orta Avrupa’dan geliyorlar… Ayrıca ölümcül, yıkıcı iç savaşlardan kaçıp, sığınacak yer arıyorlar. İlerici, komünist bile değil ilerici görüş doğal olarak, bu verileri bütünleştirilmesini varsayar, tabii bunlarda en büyük öneme sahip olan ve ele alınması gereken siyasi problemler olduğunu unutmadan, yani bu konuda sizinle aynı fikirdeyim. İki cephede dayanışma içinde olunmalı. Bu bana göre temel bir düstur, proletaryanın, göçebe bileşeni de dahil, hatta özellikle bu bileşenle birlikte, bizim ülkelerimizde siyasi bir güç olarak teşekkül etme yolu… Ben 60’lı ve 70’li yıllarda fabrikalarla bizzat çok meşgul oldum. Büyük oranda Faslılarla, Cezayirlilerle, Malililerle , Senegallilerle, Moritanyalılarla ilgileniyordum… Bu anlamda, fabrikalar dahilinde komünist nüvelerin yaratılması bile kendine göre enternasyonalist bir faaliyetti. Hem sonra onların ülkelerinde yürütülen ve onların da katılabileceği mücadeleler konusunda onlara dayanışma göstermek gerek. Proletaryanın bir anlamda her zaman göçebe olmuş olduğunu vurgulamalıyım çünkü propaganda tüm bunları; mültecileri, yaşlı Cezayirli emeklileri, Afrika kökenli genç işsizleri tamamen yeni bir fenomen gibi sunma eğiliminde, sanki bir ülkeyi hiç tanımadıkları insanlar basmış gibi vs. vs.

Benim gençliğim, mağlup olan Cumhuriyetçiler Fransa’nın güneyine çekilince, iç savaştan kaçmış İspanyol proletaryasıyla dolu bir şehir olan Toulouse’da geçti. Size şunu söyleyebilirim ki çoğunlukla Hristiyan olan bu İspanyol mülteciler hakkında söylenenler tam olarak bugün çoğu Müslüman olan Faslılar, Suriyeliler ya da Malililer hakkında söylenenlerle aynıydı. Böylece çocukluğumda kamuoyu yoluyla İspanyolların bizim gibi olmadığını, onların barbar olduğunu öğrendim. Bunun için çoğunlukla öne sürülen kanıt, onların tam olarak medenileşmemiş olduğu, çünkü banyo nedir bilmedikleri, kömürü küvete koyduğumuzu sandıkları falandı. Bunlar toplumsal ırkçılıkla ilgili açıklayıcı, manidar hikayelerdir. Bugün kolaylıkla, Arapların barbar olduğunun kanıtının eşlerinin ve kız çocuklarının başlarına türban takması olduğu söylenecektir. Belki de bunlar bere ya da şemsiye nedir bilmiyorlardır?

Aslında, proletaryanın teşekkülü ulusalcı budalalığın, kendilerini üstün gören “kimliklerin” mütecaviz ve kalın kafasının bakış açısından daima sorunlu bir şey olmuştur. “İç muhacirler” diye adlandırılabilecek insanlara dair son derece zalim yasalar benimsenmiştir, 19'uncu yüzyıl İngiltere’sinden bir başka örnek. Nereden geldiğini, nereye ve neden gittiğini söyleyecek durumda olmayan kim olursa olsun, serserilik suçundan dolayı asılabilirdi. Bizde bu, daha önce söylediğim gibi, işçi cüzdanıydı. Ekonomik durum icap ettirir ettirmez bu insanlar fakir taşralarına geri gönderiliyordu.

Fransa’da olup biten tam olarak budur. Benim ülkem on yıllardır, halkta, zincirinden boşanmış bir sanayisizleşmenin etkilerine maruz kalıyor. Paris’i çevreleyen çok büyük fabrikaların genel sistemi yirmi yıl içinde yıkıldı. Elbette bu, gençler arasında da görülen kitlesel bir işsizlik yarattı. Büyük babaları burada işçi olan ve ailesiyle kendisi burada doğmuş birini gördüğünüzde onu Fas’ın güneyine mi göndereceksiniz? Bu tam bir saçmalık!

Tüm bu eski sorular, modern ilerlemeciliğin ve pek tabii siyasi bir komünizmin yeniden inşasının temel soruları olmaya devam ediyor.




Kaynaklar

   
          https://www.gazeteduvar.com.tr/amp/badiou-gecmis-deneyimlerin-muhasebesini-yapmaliyiz-haber-249038
          
          https://www.nouvelobs.com/societe/20230701.OBS75197/emeutes-urbaines-le-souvenir-de-clichy-en-2005-un-nouveau-drame-cette-fois-ce-sera-la-guerre.html
          
          https://www.nouvelobs.com/justice/20230630.OBS75149/mort-de-nahel-a-nanterre-comment-l-igpn-enquete-sur-les-tirs-de-policiers-mortels.html
          
          https://www.nouvelobs.com/societe/20230701.OBS75198/de-lille-a-marseille-pourquoi-les-revoltes-s-etendent-elles-a-toutes-les-zones-urbaines.html
          
          https://regards.fr/lunite-de-la-gauche-et-de-la-republique-passe-par-une-attitude-de-fermete-absolue-a-legard-de-notre-police/