Trende Öyküsü
Eylül 2023 | Sayı 21 | Sayfa 01
Mustafa Özaydın

Trende

Geçen kışı hatırlıyor musun, sınav takvimi son güne kadar belli olmamış ondan sonra da tüm biletler tükenmişti. Kış giderek ağırlaşıyor ve ben eve gitmeyi hiç istemiyordum; bir buçuk yıl evde yok olmuştum ve canım tatilde bunu yeniden yaşamak istemiyordu, mapushane bazısına iyi gelir derler, en azından bana öyle oldu; koca koca altı insanın aynı evde yaşaması kolay şey değil, sizin ev de kalabalık az çok biliyorsundur, herkesin boynuzu birbirine takılıyor ve dışarı çıkamamak eklenince bu daha da beter oluyor. “Boş duruyor demesinler napalım her gün sınav yapalım.” diyen işgüzar okulu söylemiyorum bile. Büte kaldım ders çalışacağım gibi bir yalan uydurup gitmesem mi diyordum Eda’ya, bilet işi de bahane oldu gelmesem mi falan demeye başladım ama yutturamadım abim kuşetlide bir bilet buldu. Sınavdan çıkınca çarşıya gittim lahmacun yedim, sınavlardan sonra yemeğe gitmek adetimdir baharda denk getirebilirsek senle de gideriz. Gazete aldım, tren tek başına bir çeşit işkence; yol uzun, tren yavaş, telefon çekmez, yemekli on ikide kapanır, kitap okunmaz. Yalnız manzara güzeldir, hava kararınca o da görünmez olur ve nehirler ormanlar bitip de bozkırda minik istasyonlara sıra gelince görmemekle pek bir şey de kaybolmaz. Geçen sefer elime bir Cioran kitabı almıştım, bu sefer aynı hatayı yapmadım hiç olmazsa, karda gömlek ceket pardösü çantalar ve gazetemle garın yolunu tuttum. İçerisi kalabalık, millet öksürüyor, tren her zaman ki gibi rötar yapıyor. Dışarı çıkıyorum hava buz gibi ama temiz ya da bana o an öyle geliyor. Alman mimarisi kesme taştan bina, önündeki saat dördü geçiyor. Peronda türbanlı iki kız konuşuyor; İstanbul’a gidiyorlarmış, yolda ne zaman namaz kılacaklarını düşünüyorlardı, Allah’ım sen seferi olmadan namazlarını nasıl eda edeceğini düşünenlerin Rabbisin, ondan değil tabii alışkanlık amaçtan önce gelir, rutininin bir an bile bozulmasına tahammülü olmayan çok insan var, bir şeyin anlık motivasyonla değil disiplinle sürdürülür olduğu aşikâr ve bazılarının yapmak istediklerini rutinleştirmeye hakkı varken bazılarının yok, hayat böyle. Trenin ne zaman geleceğini düşünürken karşıdan Ahmet geliyor yanında Cebrail de var tokalaşıyoruz. Tren sonunda gara yanaşıyor. Bizimkiler yolcu vagonunda, akşam buluşuruz deyip ayrılıyoruz. Kompartmanın kapısını açıyorum, karşı üst ranzada sarışın sümüklü bir velet ve bir kadın var, onların altında da bir adam var, kadın benden mi huylanıyor çıkıyor, hiç uykum yok, uyumanın bir manası da yok tren gecenin üçünde geçecek Kayseri’den, sahura kalkar gibi soğukta uyanmak istemiyor canım, yatasım da yok koltuğa oturup gazeteyi karıştırıyorum Farplas’ta işçiler iş bırakmış, ardı gelse de genel grev başlasa, ücretler çamur gibi seçimlere de daha çok var ama sendikalar sarı, işçiler örgütsüz, ortada bir öncü parti de yok. Ters hilalli camdan Fırat’a bakıyorum tren nehirle ilerliyor, hava karardı bile, örtüleri serip ceket pantolon uzanıyorum daralmam on dakikayı bulmuyor elime bir kitap alıp koridora çıkıyorum. Yemeklide manzaranın birkaç fotoğrafını çekiyorum, kitaba dalmaya uğraşıyorum ama pek mümkün değil, yemek olmayan yemekli de çay içip laflayan bir öğretmen grubu ve yandaki ailenin gürültücü bebeleri mâni oluyor. Kitap da girmesi kolay bir kitap değil; başka bir gezegene yapılan bir keşif yolculuğunu anlatıyor. Ahmet’e mesaj atıyorum gidip gitmeyeceği meçhul, öğretmenler siyaset konuşuyor, ne dedikleri çok anlaşılmıyor. Genelde bu tarz sohbetlerde “Erbakan büyük adamdı. Özal şöyle iyiydi” gibi laflar duyarım ne de olsa yalnız faşistlerin söz hakkı var, bunun içi sanki o derece boş değil atamalara geliyor söz. Bizimkiler kapıdan giriyor birer çay alıyoruz, otobüs bile bundan iyi, eskiden yemeklide sahiden yemek olurmuş içki de cabası, şimdi kâğıt bardakta çay neskafeye talim. Ben küçükken yataklı tren de vardı, Kayseri’den İstanbul’a yirmi dört saatte gitmiştik, Eskişehir’de uçurtma uçuran çocuklar ve trenin raylara bakan tuvaleti kalmış aklımda ama bundan rahattı sonra onu da özelleştirdiler. İcra sınavından geçip geçemeyeceğimizi konuşuyoruz, onun dışında hepsini verdik. Ahmet birkaç dizi öneriyor, hiçbir şey tüketmeye mecalim yok. Bizimkiler sigara içmeye kompartımanların sonuna gidiyorlar, hava buz gibi dışarıda diz boyu kar var, sigara içenlerin avanesi olmak beni itiyor keriz miyim de dikiliyorum ben içecek olsam bunlar benle gelir miydi fikri gelir genelde aklıma belki de bundan sosyalleşemiyorum neticede sosyal hayat sigara molalarından ibaret: yaşasın hürriyet, yaşasın güçlülük, yaşasın tabii ve yeterince adil düzen, Divriği’den geçiyoruz. Bizimkiler geri dönüyor bir iki laflamaya kalmıyor, kondüktör önüne kattığı çocukla yanımıza gelip yan masadaki kör adama çatıyor. “Çocuğa sahip olsana lan, ikidir trenin ucundan alıp geliyorum.” Adam napayım lan gibilerinden bağırıyor, çocuğa kızıyor, çocuk gülüyor umuru değil, meyve suyu alsın diye bir yirmilik veriyor, herif çaprazlamasına koridorda bir noktaya bakar gibi. Bizimkilerle bir şekilde on ikiyece vakit öldürüp ayrılıyoruz, yeniden hücreme dönüyorum, yanımızdan sahiden demir parmaklıklı bir trenin geçtiğini söylemiş miydim? Çocuk hasta diye huylanıp maske takıyorum, müthiş klostrofobik bir ortam ki ben dar yerleri severim ve bunun cinsel bir gönderme olmadığına yemin ederim, yersen. Yurt hak getire hastanede yatar gibi pikeyi kafama çekiyorum, Before Sunrise’ta kızla trende karşılaşıyordu ben olsa olsa tulum peyniriyle karşılaşırım diyordum sana geçen, peyniri mumla arıyorum. 22 Ocak 2022, Cumartesi,03.39. -10 C°, vakit geçmek bilmiyor sonunda doğrulup toplanıyorum, koridorda dikilip dışarı bakıyorum ve şimdi bunu yazarken neden gece koridora oturup kitap okumadığımı düşünüyorum. Trenin gara girişi dördü buluyor, yerler buz içinde, bir şekilde evin yolunu bulup yatıyorum. Binada kalorifer yanmıyor, ev bir savaş durumu, anam yoldan geldin buz gibi evde ille yıkan durumu, ertesi gün nasıl hasta olduğumu da bir ben biliyorum.

- Mustafa Özaydın