Kafama Göre
Aralık 2022 | Sayı 18 | Sayfa 03
Mustafa Özaydın

Kafama Göre

Poetry Foundation’da çevirmek için şiir arıyorum, önüme genellikle çağdaş Amerikan şiirinden örnekler çıkıyor, ben mi şiirden uzaklaşıyorum yoksa Amerikalılarla yeterince dalga geçmiyor muyuz acaba, hepsi birbirine benziyor kimlik sıkıntıları var, bolca laf kalabalığıyla agresifleşmeden kavga etmeden diasporatik dertlerini anlatıyorlar, aynı şeyi Goodreads oylamalarında da yaşıyorum bunlar kim ve anlattıklarının önemli olduğuna kim kani oldu, Fransızca’ya daha fazla sebat etsem belki daha iyi, ki zaten İngilizce her şeyi okuyabildiğimden değil ama orayı da takip edebilmek sanki daha iyi olur gibi örneğin Yaralı Dostlarımıza’nın yazarı Joseph Andras’ın diğer eserlerini de çevirilmesini beklemeden okumak iyi olurdu sonra Nobel alan Annie Ernaux var kesinlikle benim tipim birine benziyor: kişisel tarihle toplumsalı iç içe anlatmak bana yakın gelen bir duruş. Eskilerden çevrilmemiş neler vardır diye düşünüyorum, Prevert’nin tüm şiirleri çevrilmiş midir ya da Aragon’un, muhtemelen. Kısa öyküler çevirmek belki daha mantıklı, Roald Dahl’ın Lamb to the Slaughter adlı öyküsünün iyi bir kısa öykü olduğu söyleniyor, Roald Dahl’ı bilirsiniz Sophie Dahl’ın dedesi; Charlie’nin Çikolata Fabrikası, Fantastic Mr. Fox, Dev Şeftali gibi eserlerin yazarı. Öykü bir cinayet hakkında, filme de uyarlanmış hem de Alfred Hitchcock tarafından, belki de çevirmeliyim. Fransızca’da da belki şansımı deneyebilirim ama Comment ça va seviyesini geçtiysem de Voulez vous coucher avec moi seviyesindeyim yani okumanız kolay olmaz. “Kimsenin bana yirmi yaşındasın bu en güzel zamanların demesine izin vermeyeceğim.” diyen yazar kimdi Paul Nizar mı onun çevirilmemiş bir şeyi varsa ona bakmalıyım belki de, arayınca karşıma çıkan deniz öyküleri ve Montreal metrosunda geçen kısa öyküler var umut vadediyor gibiler ama kitaplara erişmek bir mesele, çeviri önerilerine açığım. Canım oldukça sıkkın, dün Yabancı’nın çizgi roman versiyonunu okudum ve yine Cezayir’in güzelliği karşısında büyülendim, Dağların Denizcisi’ni izlerken de aynısı olmuştu, umarım ilerde bir gün yolum Cezayir’e düşer, Meursault kesin şekilde “Bence bir” “Fark etmez” diyen bir tip, yap deniyorsa yapıyor eline silah geçtiyse sıkıyor, işin aslı mahkemede hakimin kurduğu illiyet bağı ve suç şeması da büyük ölçüde doğru -annesiyle ilgili kısmı hariç bu hiçbir şeyi kanıtlamaz olsa olsa Meursault’nun tavrını anlatır onu da zaten kendisi de anlatıyor- çırpınan avukatının “Sussan iyi olur.” tavrı bana tanıdık ve mahkeme salonlarının neden bizde dışarıdaki gibi olmadığını bana anımsatan şey: Jüri. Aynısı konuşmalar için de geçerli elbette, mahkeme yazılı beyanlara bakıyor kararı zaten üç aşağı beş yukarı belli, adet yerini bulsun diye sözlü savunmalar da alınıyor yazıya dökülüyor, örneğin Selçuk Kozağaçlı’nın basılıp yayınlanması gereken muhteşem savunması gibi, jüri yok etkilenecek kimse yok dokuzuncu kez yenilenen hakim ve savcılar bitse de gitsek diye bakıyor ve akşam yemeğini düşünüyor olsa gerek, Kozağaçlı’nın haklılığı ise baki, gülmek için kütüphaneye gidip FerhAntoloji’yi karıştırmayı düşünüyorum, keşke bir dizi bölümü olsa bu dediğim “Kwell Geldi” öyküsünü okudum geçen uzun zamandır bu kadar mutlu olmamıştım, canım hala sıkkın ama geçecek ve yarın yeni bir gün doğacak ve geriye bir şeyler kalacak; ilerde okursunuz.


- Mustafa Özaydın


The Fever Van - L. S. Lowry - 1935